Köşe Yazısı

SÖZCÜKLERİ YORMAYIN

TDK’ya göre konuşmak; bir dilin kelimeleriyle düşüncesini sözlü olarak anlatmak, belli bir konudan söz etmek…

Konuşmak denince aklınıza en etkili iletişim araçlarından biri olduğu cümlesi geldi değil mi? İnsanın kendi düşüncelerini, kendi fikirlerini, kendi kalbindekileri, beynindekileri, sözcüklerden yardım alarak karşıya iletmesi…

Çok konuşmak üstelik boş konuşmak ne kadar irrite edici bir eylem değil mi?

Üstünde emanet bir kıyafet taşımaya benziyor,  cümleye anlam katması şöyle dursun aksine  cümlenin içini boşaltıp, devasa bir anlamsızlığı büyütüp durur..

Hayatta her şey dozunda olursa iyidir ve bu iyi şeyler,  özünde yani hamurunda varsa güzeldir..

Konuşmak gibi, dinlemek gibi, susmak gibi, durmak gibi…

Ne diyordu şair Şükrü Erbaş Ömür Hanımla Güz Konuşmaları şiirinde hatırlayınız;  “Kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki… bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı… kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?”

Çok konuşmakla bir nevi kendimizi gizleme gereksinimi duyuyoruz, her taşın altından da çıkalım istiyoruz, dünya bizden ibaretmiş gibi davranıyoruz, üstelik hırslarımızı özgüven maskesiyle gizlemekte bir sakınca bile görmeden! Haklılığımızdan  ve doğruluğumuzdan o kadar eminiz ki; konuşurken, sözlerle birbirimizi yaralamaktan geri durmuyoruz, sanki sözümüz doğruymuş gibi,  üstelik bunu sinsice yapıyoruz el altından, farklı yollarla, türlü oyunlara bulaşarak..

Havada uçuşan harfler, içinde merhamet barındırmayan kelimeler, içinde samimiyet olmayan sözler, etrafımız doğruluktan fersah fersah uzak cümle enkazlarıyla dolu…

Kierkegaard’a göre “ Hakikaten konuşabilen birisi, nasıl sessiz kalınacağını bildiğinden, şeyleri çeşitliliğinden değil yalnızca tek bir şey hakkında konuşur ve ne zaman susacağını, ne zaman sessiz kalacağını bilir. Sadece kapsamdan kaygı doğan yerde, konuşkanlık günü kazanır, her şey ve hiçbir şey hakkında laf kalabalığı yapar.”

 Konuşmanın iyileştirici etkisi olduğu söylenir, çok konuşmanın çok ve boş konuşmanın kimseye bir faydası olduğunu görmedim, kimseyi iyileştirdiğine denk gelmedim.

Konuşmak ve anlatmak arasındaki farkı anlamamız gerekiyor, ikisi birbirinden çok uzak kavramlar.

Bakmakla ile görmek arasındaki fark gibi..

Görmekle ile anlamak arasındaki uçurum gibi..

Çok konuşmak gerçeğin ve anlamın önüne kat kat perde asmaktan öteye geçmez..

Konuşmak güzel bir eylem, yeri gelince gitmek gibi, acıkınca yemek gibi, yorulunca bir bardak çay gibi olursa…

Konuşmak  iyidir, hatta ağzı tıka basa doluyken bile iyidir de, kafası boş olanı dinlemek eziyettir!

Konuşmak iyidir de bilmeden dinlemeden, ezbere, mantıktan uzak beyinlerin sözcüklerine maruz kalmak eziyettir!

Konuşmak iyidir de dudaklar kapandığında iç ses hakikati dile getirmeye başlamışsa eziyettir!

Konuşmak iyidir de, dil sustuğunda gözler, tavırlar, konuşmaya başlar! İşte bu gerçektir ve  risklidir!

Konuşmaya ne kadar meraklıyız, durup dururken bir sohbetin tam ortasına dalmaya, el frenini çekmeyi unuttuğumuz kelimelerle arzı endam etmeye, lastiği patlamış şarampole yuvarlanan cümlelerle ortamı germeye…

Çok ve boş konuşmasak  geceler gündüze dönmeyi unutmayacak, dağlar yerinden oynamayacak, dünya bizden bir şey öğrenmeyi kaçırmış olmayacak!

Boş ve gereksiz konuşmalara ayrılan süreleri toplasak, buradan uzaya yol olur!

Gereksiz sıfatlar, ağdalı kelimeler aynı cümleye kırk patikadan yol açmalar…

Hele de o topun taca atılacağından eminseniz, topu evirip çevirip en son taca gönderileceğini bilerek dinlemek en etkili işkence yöntemleri arasına girmeli..

Bu yazıyı  Ender Balkır’dan, Dokunma Keyfine Yalan Dünya’yı dinleyerek okuyunuz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir