Köşe Yazısı

“YİRMİ BEŞ KURUŞ’UN HİKAYESİ”

Millet olarak çok acı günler
yaşadık. Tek vücut olduk
bağımsızlığımızı kazandık. Bizim
içimizden çıktı Köroğlular, Kara
Muratlar, Yörük Aliler, Sütçü İmamlar,
Kara Fatmalar, Nene Hatunlar. Bu
milletin bağrından çıktı Atatürk ve
kahraman Mehmetçikler. Ama bu
milletin bağrıdır maya. Anadolu
toprağı verdikçe verir, tükenmez
bereketi. Bu hikaye de bunu anlatıyor.

Seferberliğin ilânıyla
beraber, Ayvalık’taki 9. Tümen’e bağlı
23. Alay ağırlıklarıyla birlikte Soma’ya
gelerek, trenle Bandırma üzerinden
Tekirdağ’a sevk edildi. 23. Alay’ın
Burhaniye’de bulunan bir piyade
taburu, mesafenin daha kısa olacağı
hesabıyla, Burhaniye–Edremit–
Çanakkale yoluyla cepheye sevk
edildi. Bu tabur yürüyüşe geçmeden
önce, geçecekleri yollara yakın
köylere, gönderdikleri çavuşlar
vasıtasıyla, geçecekleri gün ve saat
belirtilerek, köylülerden asker için
yemek hazırlamalarını, misafir
olarak geceleyecekleri yerleri
hazırlamalarını istedi. Böylece
yürüyüş sırasında, asker için iaşe ve
ibate (yeme ve barınma) telaşın-dan
bir ölçüde kurtulmuş olunuyordu.

Aynı şekilde, o yıllarda henüz
bir köy olan Havran’a gelen çavuşlar,
muhtardan kendilerine kaç kişilik,
yemek ve yatak hazırlayabileceklerini
sorunca. Muhtar;

“Burasının köy olduğuna
bakmayın. Burası büyük bir köydür.
Sizin taburun hepsini ağırlayabiliriz,
yedirir içiririz.. Merak etmeyin deyince
askerler, köyden ayrıldı. Gerçekten
de belirtilen günde Havranlılar, bir
tabur askeri doyuracak kadar yemek
hazırlamışlar, yatacak yerlerini
hazırlamışlardı. Tabur Havran
yakınlarına geldiğinde, Tabur
Kumandanı, Edremit’in çok yakın
olduğu ve çok daha büyük olduğunu
düşünerek, Havran’a sadece bir
bölük asker yollamıştı. Bir taburluk
hazırlanan yemek, bir bölüğe göre
çok çok fazla gelmiş, artmış, hattâ
ertesi güne bile kalmıştı. Bir taburluk
yatacak yer hazırlayan Havran
Muhtarı, gelen askerleri sadece
büyük evlere taksim ederek, küçük ve
fakir evlere yük olmasın diye kimseyi
göndermemişti. Bölük kumandanı
şöyle anlatıyor:

“Ben her zaman, seferi
durumlarda en geç yatar ve en erken
kalkarım. Askerleri evlere dağıttıktan
sonra, sokaklarda dolaşmaya
başladım. Yavaş yavaş evlerin ışıkları
sönüyordu. Asker yatmaya, uyumaya
başlamıştı. Aydınlatma olmadığı için
sokaklar zifiri karanlıktı. En son birkaç
evde ışık kalmıştı. Onlar da sönünce
ben de gidip yatacaktım. Sokakta,
birden, iki büklüm, bastonuna
dayanarak yürüyen, ihtiyar bir kadına
rastladım. Neredeyse çarpışacaktık.
Aklıma çeşit çeşit şeyler geldi.
Kadına:

“Nene, sen bu saatte sokakta
ne arıyorsun?” diye sordum.

“Evlatlarımı arıyorum…
Oğullarımı arıyorum…”

“Kim senin evlâtların?”

“Dün bana muhtar, askerler
gelecek, sana da misafir etmen için
dokuz evlât vereceğim, dediydi…
Onlara yataklar hazırladım…
Yemekler hazırladım… Gelmediler…
Onları arıyorum..”

Bir tabura göre hazırlık
yapan muhtar, bir bölük asker
gelince, ağırlık olmasın diye, bu
ihtiyar nineye, misafir etmesi için
asker yollamamış. O yıllarda,
kadınların hiçbir sosyal güvenceleri
yoktu. Kimsesiz kadınlar, çok zor
durumda kalıyorlar, çok zor
geçiniyorlardı. Hiçbir gelirleri
olmayan, bu yaşlı ve yoksul insanlar,
bazen zeytinler toplandıktan sonra
gidip yerlerde kalan zeytinleri
toplayarak, biraz gelir elde etmeye
çalışıyorlar, buna da “başakçılık”
deniyordu. Bu nene de böyle birisi
olduğu için, muhtar acımış, ona kimse
göndermemişti. Ama nene büyük
sevinç içinde dokuz kişilik yer
hazırlamış, yiyecek hazırlamıştı.
“ Nenenin çok üzüleceğini
anladığımdan, ışıkları henüz
sönmemiş bir eve gidip, daha
yatmamış olan dokuz askeri neneyle
birlikte yolladım… Kadıncağız nasıl
sevindi bir görseniz… Ertesi gün
sabah erkenden bölüğü yol üzerinde
topladım, yoklamayı yaptıktan sonra,
tam yürüyüş emri verecekken, iki
büklüm, yaşlı bir kadın, bastonuna
dayanarak elinde bir torba yanıma
geldi. Galiba akşam karşılaştığım
nene idi.

“ Kumandan oğlum, bu
torbada, evdeki bütün zeytinleri ne
varsa koydum. Üstüne de biraz
çökeleğim vardı onu koydum…
Bunları benim asker oğullarıma yedir
emi…”

Almasam, nenenin çok
üzüleceğini anladığımdan ,
çavuşlardan birine işaret edip,
elindeki torbayı aldırdım. Nene bu
sefer, sevinç içinde, avucunda
sımsıkı tuttuğu bir mendili açtı.
İçinden tek bir yirmi beş kuruş çıktı.
Bana uzattı.

“Kumandan oğlum…
biliyorum, çok az. Ama bütün param
bu kadar… Bunu al, benim asker
oğullarıma, hiç olmazsa bir çay içir,
olur mu?..”

Şaşırdım..

Biliyordum ki, nenenin başka
parası yoktu… Bütün servetini
getirmişti. Yirmi beş kuruşu aldım.
Kaldırarak bölüğe gösterdim..

“Bölük… Bakın neneniz, size
bütün servetini bağışladı.. Bunu ona
helâl ettirin..!” “Yürüyüş emrini
verdim.. Nene arkamızdan el
sallıyordu.. Bölüğüm.. O yirmi beş
kuruşu helâl ettirdi… Yarısından çok
fazlası Çanakkale’de, Gazze’de şehit
oldu… Bu millet böyle bir millettir…
Dün öyleydi… Kim ne derse desin,
bugün de öyle…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir