METİN KURT
Dünya böyle yıllar yaşamamıştı.Latin Amerika dan Asya’nın doğusuna kadar uzanan ülkelerin insanları bentlerini yıkmış nehirler gibi sokaklara, meydanlara akıp gidiyordu.Coşkulu, heyecanlı ve kararlı olan insanlar ülkelerinde ve dünyada emeklerinin karşılığını alan, adaletli ve özgür olan bir toplum olma isteklerini dile getiriyordu. Avrupa’da Fransa merkezli gençlik olayları olarak başlayan hareket Vietnam savaşına itiraz ediyordu. ABD ‘nin dünya üzerinde kurmaya çalıştığı egemenlik üzerine itirazı vardı ve tüm bu sorunların kaynağının Kapitalizm olduğuna inanmışlardı. Dünyanın en uzun yılıydı, yaşlı dünya’nın sanki kalbi duracaktı, insanlık tarihine derin izler bırakıp geçip gitmişti.
Ülkemizde de Üniversite gençliğinin benzer itirazları vardı. Ayrıca ülkemizde kendine has yöntemler kullanılıyordu. Gençler sokakta, işçiler grevdeydi,işçi eylemleri kitleselleştikçe köprüler ,yollar kapatılıyordu. Toplum huzursuzdu. Geçmiş zamanlardan gelen darbe korkusu gerçek olmaya başlamıştı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Mahir Çayan ve arkadaşları toplumu kurtarmayı düşünerek eylemlere başladılar. Burada ülkemizi yönetenler gençleri anlama yolunu denemedi, tam tersi yok etmeyi düşündü. Öyle de oldu. Geçmeyen yaralara neden oldular. O zamanki başkaldıranlar ‘’Siz kazandınız, ama biz haklıydık’’demekle yetinerek bu dünyadan ayrılıp gittiler.
Metin Kurt ülkemizi saran bu olaylar sırasında yirmili yaşlardaydı. Sekiz yaşındayken babasını kaybetti. ‘’Ben babamın öldüğü gün doğdum’’diyerek kardeşleriyle beraber doğrudan hayatın içinde bulur kendini. Trakya’dan taşı toprağı altın diye İstanbul’a göçer aile. Abisi İsmail hem okula gidiyor, hem de para kazanıyordu. İsmail, Galatasaray’da futbol oynamaya başladı. Aileyi geçindirecek parayı kazanıyordu. Ama onları bir arada tutan para değildi. Ailede sevgi vardı, paylaşma vardı İsmail daha sonra Fenerbahçe’ye geçti. Metin’de öyle Fener taraftarı oldu. O anda aile sadece geçim derdindeydi. Ne GS’ni sarısı ne de FB’nın sarısı,onların rengi buğdayın sarısıydı yani ekmeğin sarısı.
Metin lise yıllarındayken ülkemizdeki siyasi ortamda da değişiklikler oldu. Yeni partiler kuruldu, İşçi Partisi gibi, yeni sendikalar kuruldu, Profesyonel Futbolcular Sendikası gibi kurumlar toplumda yer aldı. Metin bu dönemde ağabeylerinin yolunda yürümeye karar verdi. Gençliğinin verdiği heyecanla bir yanda ülkedeki değişikliklere ilgi duyarken, biryanda da artık sevgilisinin peşine takılmaya karar verdi. Sevgilisi futboldu. Okul takımında kaleci olarak başladı. Sonra orta saha oyuncusu oldu. Bu sıralarda amatör takımlardan teklifler geldi. Öğretmeni Perihan hanım’’ okulu bırakma sana her ay üç yüz lira vereyim , gel sen eski öğrencim gibi ol’’ dese de artık okul çantasını bıraktı. Sırtında spor çantası vardı.
İlk transfer teklifi Beyoğlu Yeni Çarşı spor’dan gelir. Böylece ağabeylerinin yolundan yürümeye başladı. Ağabeyleri de bu kulüpte futbola başlamışlardı. İyi bir futbolcu olmalıydı. En çevik ve en hızlı olmalıydı. Her gün manavdan muz ve havuç aldı. Kasaptan iliğini yemek için kemik aldı . Beton direkler arasından falsolu top vuruşları yaptı. Yokuşlarda belediye otobüsleriyle yarış yaptı. Yetermiydi? daha çalışması gerekirdi. Haftanın beş günü gündüzleri maç, geceleri de idman yaptı. Hayalini gerçekleştirmek için çok çalışması çok koşması gerekliydi. Defansları yarıp geçen, topu aldığında doğrudan rakip kaleye akıp giden bir futbolcu olmalıydı. Gündüz Kılıç’ın sözünü rehber edindi.’’Futbol topundan başka bir şeyi seven futbolcu olamaz ‘’
Metin, İzmir takımı Altay’a transfer olur. Ancak forma şansı bir türlü olmadı. Genç Milli takıma seçildi. Altay da bir türlü oynayamayan Metin için, o dönem Sovyetlerin hocası’’Metin bende olsa dünya kupasını kazanırım’’ diyecekti. İngiliz Alf Ramsey ise kimi beğendiniz? Sorusuna ‘’7 numarayı’’ diyecekti. İzmir’den ayrıldı. Ankara PTT ‘ye transfer oldu. Ankara’da rüzgar estirdi, o sıralarda 68 rüzgarı da esmeye başladı. Adnan Suvari Milli Takıma çağırdı. Ankara’da başka bir hayatı vardı bir yandan da okumaya başlamıştı.’’ Cesaret ve Fazilet Mücadelesi’’adlı kitap öldürülen ABD başkanı J.F.Kennedy’ye aitti okuyunca çok etkilendi. Dünyadaki ABD emperyalizmini ve futbol sahalarındaki yakacağı ateşin ilk kıvılcımlarını bu kitabı okuyunca anladı. Kitaptaki şu cümle onu çok etkilemişti.’’Doğru bildiğini söyle mutlaka kazanırsın’’
Metin futbol hayatının yanında artık teorik kitaplarda okumaktadır. Bilginin ne kadar önemli olduğunu anladı. Öğrenmek aynı zaman da insana acı da vermektedir. Bazı acıların yanında buda hafif kalır. Kendisine örnek aldığı Mahir Çayan ve arkadaşları 30 martta Kızıldere’de öldürüldüler.’’Hayatımda bu kadar derin bir acı yaşamadım ‘’diyecekti. Bu yola koyulanların acıları hiç bitmemiştir daha yeni ve derin acılar sıradaydı, Deniz’lerde idam edildiler.
Metin Galatasaray’a transfer oldu. En iyi takıma gelmiş olsa da içindeki boşluk dolmadı. Hayatı ve futbolu sorgulamaya devam etti. Futbol bir sektördü. Yöneticiler işveren, futbolcular işçi,taraftarlarda müşteriydi. Her yerde böylemiydi? 1970 yılında Arnavutluk milli takımı ile yapılan maçta devre arasında takım kaptanı hatalı göl yiyen kalecisini soyunma odaları koridorunda tekme tokat dövdü. Metin, olay karşısında sosyalist düşüncesiyle ilgili hayal kırıklığına uğradı. Ama mücadelesini sürdürdü.
Türkiye Futbolcular Sendikası kapatıldıktan sonra Metin Kurt, Muzaffer Sipahi, Aydın Güleş,Sabri Dino,Ercan Aktuna,Mete Bozkurt Futbol –İş sendikasını kurarlar.Yönetmelik ve futbolcu hakları tartışılırken İtalya maçı öncesi uçaktan indirilen Metin nihayet MİT’le tanışır.Kısa ifadesi sonunda artık fişlenmiştir ve takiptedir. GS’den sonra Kayseri spor da oynamaya başladı. Burada gazetelere yazılar yazdı.. MESS ve Maden-iş sendikası arasındaki mücadeleye taraf oldu. Maddi yardımda bulundu. Halktan sendikaya para topladı. Politika gazetesinde amatör sporcular için bir sayfa ayrıldı. Sayfanın manşeti şöyleydi.’’Futbol borsa da değil, arsada güzeldir.’’
‘’Artık hiçbir şut emekçinin kalesine girmeyecek ‘’diyen Metin Kurt hayatının sonuna kadar spor emekçilerinin sorunlarının çözümüyle uğraştı. Çok zaman yalnız kaldı. Dostları yalnız bıraktı. Bazen hayata kırıldı bazen de ayakta kalmak zorunda olduğunu unutmadı.2012 yılı Ağustos ayında bu dünyadan göçüp gitti. Yazının hazırlanmasında değerli spor yazarı Kenan Başaran’ın ‘’Devrim atağında yalnız bir futbolcu METİN KURT’’ kitabından yararlandım. Yazımı Kenan Başaran’ın sözleriyle tamamlıyorum.
‘’Mahcup olacağı hiçbir masaya oturmadı. Babasının verdiği adı nüfus kağıdında bıraktı. Kendine yeni bir ad verdi. Gladyatör… Ama o bir o kadar da hatta beklide daha fazlasıyla gerçek bir Don Kişot’tu. Çünkü iflah olmaz bir hayalperestti de tüm devrimciler gibi. Hayat Metin gibi serüvencilerin omuzlarında döner. Onun gibiler imkansızı istedikçe anlam kazanır hayat. Hiçbir kötülük, hiçbir ihanet, hiçbir mülk ve hiçbir yel değirmeni ona boyun eğdirmedi ve umudunu mağlup edemedi.’’